"Fırıklıklar
geldiyse, sonbahar da gelmiştir" derler.
"Fırıklık"
ne?
Fırıklık,
"arı kuşu"dur. Son baharda gökyüzünde grup halinde uçarlar ve "fırık fırık"
diye öterler. Bu yüzden "fırıklık" deriz biz. Ansiklopedilere sorsan soğuk ve
hiçbir çağrışımı olmayan bir isim söylerler bu kuş için. "Merops apiaster" diyor ansiklopedi bu kuş için. Ne kadar soğuk ve
ne kadar uzak bir isim. Oysa biz ona "fırıklık" derken ses kadar yakındır bize.
Rengârenk
bir kuştur fırıklık. Papağan veya muhabbet kuşu gibi bir kuştur. Yeşil, sarı,
siyah, kahverengi neredeyse bütün tonlarıyla mevcuttur tüylerinde.
Sonbaharda
çoğalırlar. Çünkü sonbaharda arılar daha çok uçuşurlar; fırıklıklar da arıları
yemek için küme küme uçuşurlar.
Çocukluğumda
Eylül-Ekim aylarında özellikle akşamüstleri gökyüzünü bir yandan fırıklıklar
kaplardı bir yandan serçeler. Biz "darcan" derdik serçelere.
Avlu
kapısının önünde oturur, serçeleri ve fırıklıkları seyrederdim. Bu mevsimde
üzüm kesilmiş ama asmalarda seyrek de olsa üzümler kalmıştır. Arılar onları
yemek için uçuşur, fırıklıklar da arıları avlamak için. Zaman zaman havada, kuş
kümesinin arı kümesini kovaladığı olurdu. Babalarımız, fırıklıkların arılara
zarar vermesini engellemek üzere kurusıkı fişek patlatırlardı. Saçmalı fişek
patlatanlar da olurmuş ama köylümüz öyle yapanları hoş görmezdi.
Kurusıkı
fişek patlayınca, fırıklıklar bir süre ortalıkta görünmez; belki ertesi gün
akşamüstüne kadar gökyüzünde uçmazlardı.
Yıllar
sonra üniversitede okurken, Şeyh Galip'in bir beytinde karşılaştım fırıklık
ile. Şeyh Galip bir beytinde "tût'i-i zenbûr: arı kuşu" tamlamasını şöyle
kullanıyordu:
Gûyâ hayâl-i hatt-ı lebinle
müjemde hûn
Bâğ-ı vefâda tûtî-i zenbûr'dur
bana
(Sanki dudağının üstündeki ayva tüyleriyle kirpiğindeki kan,
bana vefa bağında arı kuşu gibi gelir)
Şair, rengârenk arı kuşunu, sevgilinin kırmızı
dudağı, siyah ayva tüyleri ve kendi kirpiğinin siyahlığı ve kirpiğindeki
kırmızı kan ile birleştirip vefa bağında uçan arı kuşuna benzetiyordu.
Üniversite yıllarımda bu beyti okuduğumda hemen fırıklık kuşundan söz
edildiğini anlamıştım. Çünkü fırıklıklar da tûtî/papağan gibi rengârenkti.
"Zenbur" da Farsça "arı" demekti. (Ali Nihat Tarlan hoca, Millî Kültür
Dergisinde Şeyh Galip'in bu gazelini şerhini yapmıştı ve orada okumuştum. Ama
hoca "geveze papağan" anlamı vermişti "tûtî-i zenbur"a. Ben hemen bunun
fırıklık olduğunu anlamıştım.)
Şeyh Galip'in bir beytinin beni çocukluğuma
götürmesi veya çocukluğumun bir beyitle ilk gençlik yıllarıma gelmesi, harika
bir duygu ve heyecandı. Bu beyti her okuyuşumda ben çocukluğuma giderim,
çocukluğum bana gelir. (İnternette "arı kuşu"na bakın lütfen.)
SERÇELER/DARCANLAR
Sonra
serçeler gelir çocukluğumdan.
Serçeler,
kumrular, kırlangıçlar, kartallar, şahinler.
Diğer
kuşları başka yazılara bırakalım ben size fırıklıklarla beraber serçeleri
anlatayım.
Biz
"serçe" veya "darcan" deyip geçerken ansiklopedinin soğuk maddesi de yan
taraftan baş gösteriyor: Passer
domesticus.
Biz
"passer domesticus"u kemâl-i âfiyetle bir tarafa bırakıp çocukluğumun
serçelerine dönelim.
Serçeler
ve pek çok kuş türü Nisan sonu Mayıs başı yumurtlayıp kuluçkaya yatar ve Mayıs
ortasından itibaren yuvarlardan "çirk çirk" diye yavru sesleri gelmeye başlar.
Analar etraftan buldukları yiyecekleri yuvaya getirdiğinde yuvadan 4-5 tane
sarı kenarlı ağız açılır ve annenin getirdiği yiyeceğin ağzına konmasını
bekler. Anneler, yavrularını hiç karıştırmadan sırayla beslerler. Bir süre
sonra da yavrularına uçuş öğretirler. Haziran sonu, Temmuz başına doğru
yavrular artık yuvadan uçmuş olur. İkinci defa gurk yatan serçeler de vardır.
Onların yavruları da Ağustos sonuna doğru yuvadan uçar.
Eylül
sonu artık yavru serçeler de büyümüşler ve büyük kümeler halinde gökyüzünde
uçmaya başlamışlardır. Siyah bir tül gibi gökyüzünde bir oraya bir buraya
uçarlar. Uçarken aldıklarım şekil, rüzgârın şekillendirdiği tül perde gibidir.
Yumuşak hatlı bir dış çizgi vardır kümelerde; keskin çıkıntılar yoktur. Onların
gökyüzünde şekilden şekle girmesini seyreden 6-7 yaşındaki çocuğu görüyorum şu
anda. İncir ağacına topluca konup geceleyecek olan kuşlara taş atıp tekrar
uçuran o çocuk geldi gözlerimin önüne.
***
Sonra
Süheylâ'ya öyle dedim işte. Ne merops
apiaster'ler, ne de passer
domesticus'lar vardı çocukluğumda. Fırıklıklar ve ve darcanlar/serçeler
vardı cıvıl cıvıl...
Bu
cıvıltı varsa, son bahardır Süheylâ; bu cıvıltı varsa o çocuk hâlâ yaşıyordur.