Ben,
Türk kültürü açısından edebiyat, mimarlık, musiki, tezhip, hüsn-i hat, ebru,
cilt gibi klasik sanat alanlarını birbirinden ayrı görmem. Her birinin
kullandığı malzeme farklı da olsa sanatkâr yaratış aynıdır. Hele klasik dönemlerde
bu çok daha belirgindir. Branşım Osmanlı dönemi edebiyatı olduğu için, edebî
metinlerdeki ritm anlayışı ile başta mimarî olmak üzere diğer klasik sanat
alanlarının müşterekliği üzerine yıllardır konuşurum.
Diğer alanları
bilmiyorum ama Mimarlık Fakültesi'nde dekan olarak görev yaptığım esnada, gerek
hocalarında ve gerekse öğrencilerinde, maalesef Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümlerinde başaramadığımız ve bu gidişle de başaramayacağımız bir şeyi
gördüm: İlk dersten itibaren malzemeyi kullanma bilimci ve kompoze etme
felsefesine dayanan meslekî yaratmaya yönelme. Öğrenciler daha ilk yarıyılda
proje çalışmalarıyla bu işin hem felsefesinin, hem tekniğinin geniş dünyasına
giriyorlar. Buna hocalar da hazır, öğrenciler de. Demek ki mimarîde bir
atmosfer oluşmuş ve gelenek bu atmosfer çerçevesinde gelişiyor. Daha ilk
yarıyıldan itibaren mimarî yaratıcılık atmosferine giren genç, ilerleyen
yıllarda bunu geliştirmiş ve hataya geçirmeye hazır hale getirmiş bulunuyor.
Elbette bunda hocaların rolü çok büyük.
Mimarlık Bölümü
bu sene ilk mezunlarını veriyor. Son sınıftaki öğrencilerin, salgın zamanında
bile ders takip etmekte ne kadar hassas olduğunu bizzat gördüm ve hatta
internette Harvard Üniversitesi'nin "uzaktan eğitim harikası" diye dolaşan ders
örneğinin, öğretim üyelerinin kendi imkânlarıyla gerçekleştirildiğini bizzat
gördüm.
Hocalar mesai
saati mefhumuna uyma endişeleri olmayan insanlardı ve öğrenciler de geceleri ve
hafta sonları bile atölyeleri kullanarak bilgilerini ve tecrübelerini
arttırıyorlardı. Bunun güzel örneğini orada görev yaptığım esnada yakından
gördüm. Çalışmalarını ve maketlerini koridorlarda, dersliklerde
sergilediklerinde yaşadıkları duyguları da çok iyi biliyorum.
İşte bu
öğrencilerden birinci sınıfta okuyanlar, Bahar yarıyılı ilk ara projelerini
Mimarlar Odası salonlarında gerçekleştirdiler. "Asar Civar Topografyası ve Onun Beş Hâli" başlıklı sergi 13 Mayıs
günü açıldı, 18 Mayıs gününe kadar açık kalacak. Bu şehirle ilgili merakları,
düşünceleri ve endişeleri olanların o sergiyi görmesini tavsiye ederim.
Mimari Tasarım Atölyesi II dersi
çerçevesinde yürütülen projenin koordinatörleri ve sergide emeği geçen öğretim
elemanları Dr. Öğr. Üyesi İlke Tekin, Öğr. Gör. Aslı Alanlı, Arş. Gör. Mihriban
Dumanlı, Arş. Gör Furkan Balcı, ve Arş
Gör. Elif Öztek.
Gereksiz yere
uzattım ve konudan uzaklaştım galiba.
Sergide ele
alınan konu Değirmen deresi kanyonu ve Asar tepesi meyilli arazisinin
topografik özelliklerde göre planlanması. Düz yerde at koşturmanın kolay
olduğun gibi, düz yerde mimarî tasarım yapmak da kolaydır ama meyilli
arazilerde mimarînin başarısı, zihin gücüne ve tasarım bilincine bağlıdır.
Gençler Değirmen
deresini ve yamaçları 5 tema çerçevesinde ele almışlar: Hacimsel, dikey, yatay, nokta ve çizgisel. Her grupta 5 öğrenci görev almış ve malzeme olarak,
renkli asetat, karton, oluklu mukavva, pipet, boncuk, kadın çorabı ve çivi gibi
malzemeler kullanılmış. Her tema, kendine göre o vadiyi meyil özelliğine göre
kompoze edip tasarlamış. 6 hafta gibi bir sürede gerçekleştirilen tasarımlar,
gençlerin yaratıcı zekâsının yansıtılması açısından gerçekten kayda değer.
Bu gençler 4.
Sınıftan mezun oluncaya kadar öğrendikleri bilgiler ve edindikleri tecrübelerle
geleceğin nitelikli mimarları olacak. Bu sergide bunu gördüm. Gençleri ve
hocalarının hepsini tebrik ediyorum. Vaktiyle boşuna demekdik "Ev yapçeesen tuğladan, mimarlık diploması
alceesen Muğla'dan" diye.