"Kütüphaneye
ilk öğrencilik yıllarımda gelişim ve her hafta sonu kafamdaki yepyeni hayallerle ve hikayelerle
buluşmanın heyecanıyla dostlarıma sarılışım. Okuduğum o kitapların verdiği
sıcaklığı, dostluğu asla unutamam. Mesela Çocuk Kalbi, Küçük Prens, Çalıkuşu,
Beyaz Geceler diye anmaya başlasam kırk gün kırk gece düğünlere eşlik edeceğim
masallarla tamamlanır hatıralarım."
Kışın
soğuğu yavaş yavaş sahne almaya hazırlanırken Muğla sokaklarında güneşin tadını
çıkarmak ve de alabildiğimiz kadar D vitamini depolamak için yollara
bırakıyorum adımlarımı. Hafif bir soğuk vücudumu ürpertiyor. Tatlı bir ürperti bu. Kışa hazırlanan
kıyafetlerimiz dolaplarda sırasını bekliyor. Onlar bekliye dursun Saatli Kule caddesinde bir zamanlar nabzının attığı
idari merkezinde yepyeni hikayeleri beraberimde götürüyorum.
Sabahın
erken saatleri sabah ezanı okunmuş, vakit geliyor Saatli Kule'nin çanı saati
yedi kere çalıyor. Ve Şeyh Caminin eteğinde kurulan Hamam'dan aklananlar
paklananlar çıkıyor. Hamam sefası da amma güzeldir. Kaynayan sudan vücudunuza
değen her bir damladan çıkan buharla nemlenir, sıcağın imtihanında olgunlaşır
tazelenirsiniz. Nane limon kokuları sarar her yeri. Sonbaharla başlayan kışın
kendini belli eden soğuk algınlıkları eşliğinde içilen ıhlamurlar, adaçayları,
dağ çayları, kekikler, papatyalar oya oya buğular eşliğinde bir resmigeçide
dönüşüyor. Salgın günlerinin hakikatinde normal günlerimizin hatıralarına
sığınıyorum sık sık. Ve hamamın kapısının önünden ilerlerken hamamdan pir ü pak
hafifleyerek çıktığımı düşünüyorum.
Hakikat
sadece yaşadığımız ana mı zapturapt edilir.
Ben buna bağlı kalsam nefes alacak hava, umut pınarından içecek su bulamam. Gönlümü azade bırakıyorum. Hakikat sadece şu
an yaşadıklarımda değil; geçmişte yaşadıklarımda ve de gelecekte
yaşayacaklarımda. İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar, umudun ipine tutunup dar
zamanlardan kurtulabilir. Bu duygular eşliğinde Hoca Mustafa Efendi İl Halk
Kütüphanesine doğru yürüyorum.
Saatli
Kule Caddesi'nin
yolu üzerindeki dükkanlar iyice tenhalaşmış, in cin top oynuyor. Malum
yaşadığımız zor günlerin çilesinden esnaf da payına düşeni yaşıyor. Yıllar
öncesine gidiyorum. Siyah beyaz fotoğraflar eşliğinde buraların hayatın
merkezinde yer aldığı zamanlarda insanların telaş içerisinde bu cadde üzerinde
yaşanan hikayelerin tatlı hatıraları gözümün önünde canlanıyor.
Ve
o fotoğraflara gülümseyen insanların gözlerinde okuduğumuz mesajlar. Hüzün ve
mutluluk gözlerden yansıyan ışıkla belli oluyor. Kimi gözler o kadar ışıltılı
ta can evinizden yakalıyor sizi, aydınlatıyor yüreğinizi. Kimi gözler çok
uzaklara bakıyor, dalmış gitmiş. Özlem dolu, hasret dolu o bakışlarınızda
yüreğinizin bir kanadı kırılıyor. Kimi gözler sabitlenmiş donmuş kalmış, sanki
hayata mahkum. Biz de onun bakışlarında zamanı durduruyoruz. Hep kahır mı
nasibimize düşen. Siyah-beyaz fotoğraflarda gözler ne hikayeler anlatıyor
bizlere.. Fotoğraflardaki gözlere
gönüllere nakşedilen yarım kalmış insan hikayeleri.
Konakaltı
Kültür Merkezi, Şehir Müzesi, Belediye Binası ve ortasında bir amfitiyatro gibi
düzenlenmiş bir meydana iniyoruz. Minyatür amfitiyatronun sahnesinde o kadar
güzel bir mekan var ki tarih, kültür ve hayat tamamlanıyor. Kuş cıvıltıları
dolduruyor meydanı. Ağaçlar, çiçekler eşliğinde soluklanıyoruz. Burada zaman
içerisinde başka zamanlara geçiyoruz.
Sırtımı döndüğüm
meydanda başka bir hayat yatıyor. Konakaltı mescidi, ulu çınarın gölgesi
etrafında kahveler. Çay bardaklarından gelen kaşık sesleri eşliğinde
sonsuzlanan sohbetler.. Hayat orada bu meydandan farklı akıp gidiyor.
Tarihi
kütüphanenin merdivenlerinden çıkıyorum. Taş binanın her bir köşesine tarih
sinmiş. Ve kitapların hayat bulabileceği en müstesna mekandayız. Yavaşça kapıyı
açıyorum, kütüphanelere has o muhteşem kokuyu duyuyorum. Kitaplardan akıp gelen
tayy-ı zamanların kokusu. Duygular, düşünceler ve hayatlardan akıp gelen insan
insan tamamlanan mısralar, cümleler eşliğinde kitap sayfalarına sinen dost
sıcaklığı ve de sadece bize özel mahremiyet.
Bu
kütüphaneye ilk öğrencilik yıllarımda gelişim ve her hafta sonu kafamdaki yepyeni hayallerle ve hikayelerle
buluşmanın heyecanıyla dostlarıma sarılışım. Okuduğum o kitapların verdiği
sıcaklığı, dostluğu asla unutamam. Mesela Çocuk Kalbi, Küçük Prens, Çalıkuşu,
Beyaz Geceler diye anmaya başlasam kırk gün kırk gece düğünlere eşlik edeceğim
masallarla tamamlanır hatıralarım. Ne zamanki dostlarımla arama ince bir mesafe
koyma zarureti yaşadığım alerjik hastalığım ortaya çıktı kütüphane
ziyaretlerimin arası açıldı gitti. Bu da bir nevi zorunlu bir sıla hasreti
yaşattı bana. Üniversite yıllarımın tadına doyum olmayan Milli Kütüphane'de
geçirdiğim vakitlerin unutulmaz hatıraları saklı hikayelerimin bir köşesinde.
Kütüphanede
kalma sürem sınırlı olduğundan kütüphanenin sessizliğinde sakin ve yumuşak
adımlarla yerleri incitmeden kimseye rahatsızlık vermeden adım adım geziyorum.
Girişe konulan dergilere göz gezdiriyorum. Odalarda ve koridorlarda raflara
özlemle bakıyorum. Üst kata çıkıyorum. Yüksek duvarların mekana ferahlık ve
genişlik veren havasında kitaplarla buluşuyorum. Ve de hasret gideriyorum.
Zamanım olsa her bir rafta her bir kitapta onların yılları içlerine sindiren
hikayelerini dinlerdim.
Her
ne vakit kütüphanede olsam kulaklarıma Ziya Taşkent'in söylediği bir şarkının
sözleri eşlik eder. "Ne o bensiz edebilir
/ Ne temelli gidebilir / Bende böyle bunu bilir." Ve kütüphaneme,
kitaplarıma ayrılsak da beraberiz demek gelir içimden. İçimde bir sızı hemen
ayrılmam gerektiğini hatırlarım. Muğla'nın sinesinde saklanan çok özel bir yer
kütüphanemiz. Kuş cıvıltıları eşliğinde tarihi bir mekanda kendinizle ve en
sadık dostlarınızla bir yürek ne güzel vakitler geçirirsiniz. Hayattan dem alır
kendi hikayenize yepyeni umut dolu hikayeler eklersiniz.