"Bir bahar akşamı rastladım size,
Sevinçli bir telaş içindeydiniz" ifadesinde incelik, nezaket, duruluk ince bir
medeniyetin göstergesi değil midir? "Aynen" nesli birbirine bu kadar benzerken,
farklılıkların en azından bir karakter kattığı ve farkındalığı ortaya koyduğu
geçmiş nesillerin zenginliği buradan kaynaklanmıyor mu?"
Biz orta yaşlı gençler
için geçmişle bugün arasında kalan nesiller diyebilirsiniz. Bir yanımız
geçmişin nostaljisini barındırırken bir tarafımız modernitenin sularında
yüzebilir. En azından bugünümüzü yaşarken daha zengin bir birikimi
yaşayabildiğimizi söyleyebiliriz. Bizden önceki her on yıllık mesafeli
nesillerde bu birikim daha da fazladır.
Burada yaşla doğru orantılı birikimden
bahsetmiyorum. X, Y, Z kuşağı hatta Alfa kuşağı olarak adlandırdığımız genç
nesillerin belleğinde geçmişle kurulan köprülerin çok az olduğunu görüyoruz.
Sanki geçmişe ait bellekleri hiç yok. Onlarla yaptığımız sohbetlerde geçmişe
dayandırdığımız her noktada kör bir bakışa sahip olduklarını görüyoruz. "Aynen"
neslinin vurguladığı her cümlenin başlangıcı bugünle başlıyor bugünle bitiyor.
Bizler, atalarıyla büyümüş büyük aile
çocukları kuşaklar arasında paylaşılan ve bize aktarılanlarda bir kulak
doygunluğuna sahiptik. Geçmişin temsilcileri ile ortak kültürel paylaşım
modlarımız vardı. Bunlardan biri de milletin ortak metinleriydi. İstiklal
Marşımız gibi, türkülerimiz gibi, Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi veyahut Andımız
gibi, Mevlid gibi, Yunus ilahileri gibi. Bu toplumsal ortak metinler çerçeveyi belirlerken yediden yetmişe ortak zevklerimizi de
belirlerdi.
Dinlediğimiz her müzikte ortak duygu ve
düşünce birliklerinden kültürel kimliğimizin karakterimize "Biz" olarak
yansıttığı Türklüğün bir parçası olurduk. Müziğin adı sanat müziği, halk müziği,
popüler müzik ya da rock, heavy metal ya da hip hap'a gelen bütün
bölümlenmelerinde ortak bir paydaya gelebiliyorduk. Zeki Müren, Müzeyyen Senar,
Emel Sayın kadar Barış Manço, Cem Karaca, Sezen Aksu ve Niliüfer de toplumda
yediden yetmişe ortak bir paydada buluşabiliyordu. Burada Neşet Ertaş, Âşık
Veysel'den halk müziği yorumcuları Zehra Bilir, Nezahat Bayram'a kadar hatta
arabesk müzikte Orhan Gencebay, İbrahim Tatlıses bile ortak paydada önemli bir
yere sahipti.
Günümüzde ise ortak paydadan bahsetmek bir
yana toplumu bir arada tutan kültürel kimliğin kaynağı yaşatılan ortak
metinlerin bile sayısı o kadar az ki. Bireysel tüketimin bütün çarklarını
devreye soktuğu şahitlik ettiğimiz bu zamanın kayboluşları, yitirilişleri o
kadar fazla ki. Sanatın ve sanatkarın kıymetini ve toplumsal kültürümüzün
önemli göstergelerinden biri olan toplumsal zevk anlayışından bahsedemiyoruz
bile.
Dinlediğimiz müziğin güftesi ve bestesi
bile yaşadığımız anın hem sosyolojik hem de psikolojik yapısının topluma ve
bireye nasıl yansıdığını bize açıkça göstermekte. Müziğin sesi ruhun aynası
olduğu gibi kimliğin de bir aynası. Müzik ruha o kadar şekil veriyor ki bizde
sadece kıyafetlere, saç modellerine sirayet ediyor. Oysa müzik kökenimizde
aslımıza rücu edecek nezaketi, görgüyü, medeniliği, saygıyı hatta bir tavrı
ortaya koymaktadır. Kullanılan kelimelerden tutun bestenin notalardan yansıyan
ruha temas eden vurguları bile bunun bir göstergesidir. "Bir bahar akşamı rastladım
size, Sevinçli bir telaş içindeydiniz" ifadesinde incelik, nezaket,
duruluk ince bir medeniyetin göstergesi değil midir? "Aynen" nesli birbirine bu
kadar benzerken, farklılıkların en azından bir karakter kattığı ve farkındalığı
ortaya koyduğu geçmiş nesillerin zenginliği buradan kaynaklanmıyor mu?
Mehmet Âkif gerçek bir sanatkarın
ruhunu ve kimliğini "Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince, Günler şu heyulâyı da er, geç
silecektir, Rahmetle anılma, ebediyet budur amma, Sessiz yaşadım, kim beni
nereden bilecektir." diyerek en açık bir şekilde tanımlarken sanatçının
bu evrende bir tamamlanışın en önemli parçası olduğunu vurgulamaktadır aslında.
Hafif bir rüzgâr esintisi gibi ortaya çıkan ama hemen kayboluveren bir kimliği
ve duruşu yoktur sanatçının. Şöhret hatta magazinle bile işi yoktur. O
sanatından ya da sanatçılığından hiçbir beklemez, talep etmez. Gerçek
sanatkârın eseri talep edilir, sanatçı eseriyle ebedi iklimlere sahip olur.
Gönüllere girmeyi bilir.
İşte sessiz yaşayıp duruşuyla, tavrıyla
nefes aldığı son ana kadar örnek olan ve de üreten, yetiştiren bir sanatkârı
Türk Müziğinin en zarif sanatkârlarından biri hoş bir sâdâ bırakıp ayrıldı
aramızdan. İnci Çayırlı hakkını verenler ve bilenler için kulaklarda bıraktığı
o muhteşem sesiyle ve yorumuyla hiç unutulmayacak. İnci Çayırlı'nın sesi ve
yorumu bir zamanlar sahip olduğumuz ince medeniyetin en güzel örneklerinden
biri olarak kalacak. "Bir bahar akşamı rastladım size" ifadesindeki inceliğin,
nezaketin ve de tavrın bir ismi olarak hep anılacak.
Radyoda bir yandan bestesi Avni Anıl'a,
güftesi Halil Soyuer'e ait bir şarkıyı sanatçımızın muhteşem yorumu eşliğinde
dinlerken onunla tüm gerçek sanatçılarımızı rahmetle yad ediyorum. Sözler
insanı, doğayı ve de hayatı ne de güzel ayırt etmemizi sağlıyor. Farkındalığın
özünde geçmişle bağlarımızın gücünü de hissediyoruz bir bakıma.
"Mevsimler ayrıdır çiçekler başka
Çiğdemin kokusu gülde olmuyor
Kavlimiz mi vardı ömür boyunca
Bir seni unutmak mümkün olmuyor
Gittin de bıraktın acılarını
Mahvettin ömrümün gecelerini
Ben çoktan unuttum nicelerini
Bir seni unutmak mümkün olmuyor."